Şuarâ الشعراء
Şairler • 227 Ayet • Mekke
﷽
Er-Rahmân ve Er-Rahîm olan Allah’ın adıyla
(okumaya başlıyorum.)
Şuarâ, 1
طٰسٓمٓۜ
Tâ, Sîn, Mîm.
Şuarâ, 2
تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ
Bu, apaçık/açıklayıcı Kitab’ın ayetleridir.
Şuarâ, 3
لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ اَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ
Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendini (sıkıntıdan) helak edeceksin.
Şuarâ, 4
اِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ اٰيَةً فَظَلَّتْ اَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِع۪ينَ
Şayet dilesek gökten onların üzerine bir ayet/mucize indirir, boyunları o ayet karşısında bükülürdü. (İman etmek, teslim olmak zorunda kalırlardı.)
Şuarâ, 5
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنَ الرَّحْمٰنِ مُحْدَثٍ اِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِض۪ينَ
Onlara Rahmân’dan yeni bir zikir/hatırlatma gelmeye görsün, hemen ondan yüz çevirirler.
Şuarâ, 6
فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Muhakkak (bu zikri/hatırlatmayı da) yalanladılar. İleride, alaya aldıkları şeyin haberleri onlara gelecektir.
Şuarâ, 7
اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الْاَرْضِ كَمْ اَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَر۪يمٍ
Yeryüzüne hiç bakmadılar mı? Biz orada her güzel bitkiden çift çift yaratmışızdır.
Şuarâ, 8
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Şüphesiz ki bunda, (Allah’ın kudret ve azametine delalet eden) bir ayet vardır. (Ancak) onların çoğu mümin değildir (ve bu ayetleri görmezler/anlamazlar).
Şuarâ, 9
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Şüphesiz ki senin Rabbin, (evet,) O (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.
Şuarâ, 10
وَاِذْ نَادٰى رَبُّكَ مُوسٰٓى اَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۙ
Hani Rabbin Musa’ya seslenmişti: “Zalimler topluluğuna git.”
Şuarâ, 11
قَوْمَ فِرْعَوْنَۜ اَلَا يَتَّقُونَ
“Firavun’un kavmine... (Onlara şunu sor: Allah’a şirk koşmaktan ve masiyetten) korkup sakınmazlar mı?”
Şuarâ, 12
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُكَذِّبُونِۜ
Demişti ki: “Rabbim! Şüphesiz ki ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.”
Şuarâ, 13
وَيَض۪يقُ صَدْر۪ي وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَان۪ي فَاَرْسِلْ اِلٰى هٰرُونَ
“Göğsüm daralıyor, dilim tutuluyor. Harun’a da (benimle beraber) risalet vazifesi ver.”
Şuarâ, 14
وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنْبٌ فَاَخَافُ اَنْ يَقْتُلُونِۚ
“Onların (bana karşı kullanacakları) bir suçum da var. Beni öldürmelerinden korkuyorum.”
Şuarâ, 15
قَالَ كَلَّاۚ فَاذْهَبَا بِاٰيَاتِنَٓا اِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ
Buyurmuştu ki: “Asla! Ayetlerimle gidin, biz sizinle beraberiz, işitmekteyiz!”
Şuarâ, 16
فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
“Firavun’a gidin ve deyin ki: ‘Kuşkusuz biz, âlemlerin Rabbi olan (Allah’ın) elçileriyiz.’ ”
Şuarâ, 17
اَنْ اَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ
“İsrailoğullarını bizimle beraber gönder.”
Şuarâ, 18
قَالَ اَلَمْ نُرَبِّكَ ف۪ينَا وَل۪يدًا وَلَبِثْتَ ف۪ينَا مِنْ عُمُرِكَ سِن۪ينَ
(Firavun) demişti ki: “Seni çocukken biz yetiştirmedik mi? Ömrünün çoğu yılını bizim aramızda geçirmedin mi?”
Şuarâ, 19
وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّت۪ي فَعَلْتَ وَاَنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ
“Ve yapacağını yapmış (bizden birini öldürmüştün). Sen nankörlerdensin.”
Şuarâ, 20
قَالَ فَعَلْتُهَٓا اِذًا وَاَنَا۬ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۜ
(Musa) dedi ki: “Ben o işi yaptığım zaman (henüz Allah’tan vahiy almayan) bir bilgisizdim.”
Şuarâ, 21
فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ ل۪ي رَبّ۪ي حُكْمًا وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ
“Sizden korktuğum için de kaçtım. (Akabinde) Rabbim bana hüküm (nübüvvet) verdi ve beni gönderilmiş resûllerden kıldı.”
Şuarâ, 22
وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ اَنْ عَبَّدْتَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ
“Bana minnetini ettiğin nimet de, İsrailoğullarını köleleştirmenden olsa gerek!”
Şuarâ, 23
قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
Firavun demişti ki: “Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir?”
Şuarâ, 24
قَالَ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ
Demişti ki: “Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şayet yakinen inanırsanız (böyledir).”
Şuarâ, 25
قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُٓ اَلَا تَسْتَمِعُونَ
(Firavun) çevresindekilere: “İşitmiyor musunuz?” demişti.
Şuarâ, 26
قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ
(Musa) demişti ki: “Sizin ve evvelki atalarınızın Rabbidir.”
Şuarâ, 27
قَالَ اِنَّ رَسُولَكُمُ الَّذ۪ٓي اُرْسِلَ اِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ
(Firavun) demişti ki: “Size gönderilen bu Resûlünüz kesinlikle delidir.”
Şuarâ, 28
قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ
(Mûsâ) demişti ki: “Doğunun, batının ve ikisi arasında olanların Rabbidir. Şayet aklederseniz.”
Şuarâ, 29
قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ اِلٰهًا غَيْر۪ي لَاَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُون۪ينَ
Demişti ki: “Şayet benim dışımda bir ilah edinecek olursan, hiç şüphesiz, seni hapse atacağım.”
Şuarâ, 30
قَالَ اَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُب۪ينٍ
Demişti ki: “Apaçık bir belgeyle gelmiş olsam da mı?”
Şuarâ, 31
قَالَ فَأْتِ بِه۪ٓ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Demişti ki: “Şayet doğru söylüyorsan getir onu (bakalım)!”
Şuarâ, 32
فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ
(Bunun üzerine) Musa asasını attı. (Bir de ne görsün) o, apaçık bir yılan oluvermiş.
Şuarâ, 33
وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِر۪ينَ۟
Elini (koynundan) çekti. (Bir de ne görsün!) Bakanların (gözünü alacak kadar) bembeyaz (bir ele dönüşüvermiş).
Şuarâ, 34
قَالَ لِلْمَلَاِ حَوْلَهُٓ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ
Çevresinde bulunan seçkinlere: “Bu, bilgili/usta bir büyücüdür.” demişti.
Şuarâ, 35
يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِه۪ۗ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ
(Firavun:) “Yaptığı bu sihirle sizi yerinizden yurdunuzdan etmek istiyor. Ne buyurursunuz?” (dedi.)
Şuarâ, 36
قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ
Dediler ki: “Onu ve kardeşini ertele. (Hemen cezalandırma!) Şehirlere toplayıcılar yolla.”
Şuarâ, 37
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَل۪يمٍ
“Tüm usta sihirbazları sana getirsinler.”
Şuarâ, 38
فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِم۪يقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍۙ
Büyücüler, bilinen bir günün, belirlenmiş vaktinde bir araya toplandılar.
Şuarâ, 39
وَق۪يلَ لِلنَّاسِ هَلْ اَنْتُمْ مُجْتَمِعُونَۙ
Ve insanlara: “Siz de toplanacak mısınız?” denmişti.
Şuarâ, 40
لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ اِنْ كَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَ
“Büyücüler kazanırsa biz onlara uymayı umuyoruz.” (dediler.)
Şuarâ, 41
فَلَمَّا جَٓاءَ السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ اَئِنَّ لَنَا لَاَجْرًا اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ
Büyücüler Firavun’a geldiler: “Şayet biz (Musa’ya) üstün gelirsek herhâlde bize (dolgun) bir ücret verirsin artık, değil mi?” demişlerdi.
Şuarâ, 42
قَالَ نَعَمْ وَاِنَّكُمْ اِذًا لَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ
“Evet, şüphesiz (üstün geldiğiniz takdirde) bana yakınlaştırılmış (gözde adamlarımdan) olacaksınız.” demişti.
Şuarâ, 43
قَالَ لَهُمْ مُوسٰٓى اَلْقُوا مَٓا اَنْتُمْ مُلْقُونَ
Musa onlara demişti ki: “Atın ne atacaksanız!”
Şuarâ, 44
فَاَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ اِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ
Asalarını ve iplerini atmışlar ve demişlerdi ki: “Firavun’un izzetine yemin olsun ki, kesinlikle üstün gelecek olanlar bizleriz.”
Şuarâ, 45
فَاَلْقٰى مُوسٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ
Musa asasını atıvermişti. (Bir de ne görsünler!) Onların yaptıklarını yutuveriyor.
Şuarâ, 46
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِد۪ينَۙ
Sihirbazlar secdeye kapandılar.
Şuarâ, 47
قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
“Âlemlerin Rabbi olan (Allah)’a iman ettik.” dediler.
Şuarâ, 48
رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ
“Musa’nın ve Harun’un Rabbine.”
Şuarâ, 49
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَۜ لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ
“Size izin vermeden önce mi ona iman ettiniz? Şüphesiz ki o, size büyü öğreten büyüğünüzdür. Pek yakında (yapacaklarımı) bileceksiniz/anlayacaksınız. Şüphesiz ki ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kesip hepinizi asacağım.” demişti.
Şuarâ, 50
قَالُوا لَا ضَيْرَۘ اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ
“Hiç önemli değil! Kuşkusuz biz, Rabbimize dönenleriz.” demişlerdi.
Şuarâ, 51
اِنَّا نَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَٓا اَنْ كُنَّٓا اَوَّلَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ۟
“Biz, ilk iman edenlerden olmamıza binaen, Rabbimizin günahlarımızı bağışlamasını umuyoruz.”
Şuarâ, 52
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ٓي اِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ
Musa’ya: “Kullarımla yola çık. Siz, takip edileceksiniz.” diye vahyetmiştik.
Şuarâ, 53
فَاَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۚ
Firavun, şehirlere (asker toplaması için) toplayıcılar gönderdi.
Şuarâ, 54
اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَل۪يلُونَۙ
(Onlar şöyle propaganda yapıyorlardı:) “Şüphesiz ki bunlar, azınlıktır/önemsiz bir topluluktur.”
Şuarâ, 55
وَاِنَّهُمْ لَنَا لَغَٓائِظُونَۙ
“Ve kuşkusuz, bize karşı öfke beslemektelerdir.”
Şuarâ, 56
وَاِنَّا لَجَم۪يعٌ حَاذِرُونَۜ
“Bizler ise (böylelerine karşı) tedbirli ve uyanık bir topluluğuz.”
Şuarâ, 57
فَاَخْرَجْنَاهُمْ مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ
Biz, onları bahçelerinden ve pınarlarından çıkardık!
Şuarâ, 58
وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَر۪يمٍۙ
Hazinelerden ve değerli konaklarından!
Şuarâ, 59
كَذٰلِكَۜ وَاَوْرَثْنَاهَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۚ
(Onları çıkardığımız yerlere) böylece İsrailoğullarını vâris kıldık.
Şuarâ, 60
فَاَتْبَعُوهُمْ مُشْرِق۪ينَ
Güneş’in doğmasıyla, (Firavun ve ordusu) onların peşine düştü.
Şuarâ, 61
فَلَمَّا تَرَٓاءَ الْجَمْعَانِ قَالَ اَصْحَابُ مُوسٰٓى اِنَّا لَمُدْرَكُونَۚ
İki topluluk birbirini görünce, Musa’nın arkadaşları: “Kesinlikle biz yakalandık.” demişlerdi.
Şuarâ, 62
قَالَ كَلَّاۚ اِنَّ مَعِيَ رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ
Demişti ki: “Asla! Rabbim benimle beraberdir ve mutlaka bana yol gösterecektir.”
Şuarâ, 63
فَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْبَحْرَۜ فَانْفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظ۪يمِۚ
Musa’ya: “Asanı denize vur!” diye vahyetmiştik. (Asasını vurdu) ve deniz yarıldı. Her bir parçası büyük bir dağ gibiydi.
Şuarâ, 64
وَاَزْلَفْنَا ثَمَّ الْاٰخَر۪ينَۚ
Diğerlerini (Firavun ve askerlerini) de oraya yakınlaştırdık.
Şuarâ, 65
وَاَنْجَيْنَا مُوسٰى وَمَنْ مَعَهُٓ اَجْمَع۪ينَۚ
Musa’yı ve beraberinde olanların tümünü kurtardık.
Şuarâ, 66
ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَۜ
Sonra diğerlerini (denizde) boğduk.
Şuarâ, 67
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Şüphesiz ki bunda, (Allah’ın dostlarına yardım edip düşmanları helak edeceğine dair) ayet vardır. Onların çoğu mümin değildir.
Şuarâ, 68
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Şüphesiz ki senin Rabbin, (evet,) O (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.
Şuarâ, 69
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ اِبْرٰه۪يمَۢ
Onlara İbrahim’in haberini oku.
Şuarâ, 70
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا تَعْبُدُونَ
Hani babasına ve kavmine: “Neye ibadet ediyorsunuz?” demişti.
Şuarâ, 71
قَالُوا نَعْبُدُ اَصْنَامًا فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِف۪ينَ
Demişlerdi ki: “Putlara ibadet ediyor ve kesintisiz onlara ibadetimizi sürdürüyoruz.”
Şuarâ, 72
قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ اِذْ تَدْعُونَۙ
Demişti ki: “Dua ettiğinizde sizi duyuyorlar mı?”
Şuarâ, 73
اَوْ يَنْفَعُونَكُمْ اَوْ يَضُرُّونَ
“Ya da size bir fayda ve zararları dokunuyor mu?”
Şuarâ, 74
قَالُوا بَلْ وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا كَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ
“(Hayır, öyle değil!) Biz babalarımızı böyle yaparken bulduk. (Hiç sorgulamadan biz de aynısını yapıyoruz.)”
Şuarâ, 75
قَالَ اَفَرَاَيْتُمْ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَۙ
Demişti ki: “Gördünüz mü şu ibadet ettiklerinizi?”
Şuarâ, 76
اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمُ الْاَقْدَمُونَ
“Hem sizin hem de geçmişteki babalarınızın.”
Şuarâ, 77
فَاِنَّهُمْ عَدُوٌّ ل۪ٓي اِلَّا رَبَّ الْعَالَم۪ينَۙ
“Şüphesiz ki onlar, benim düşmanımdır. Âlemlerin Rabbi (olan Allah) müstesna.”
Şuarâ, 78
اَلَّذ۪ي خَلَقَن۪ي فَهُوَ يَهْد۪ينِۙ
“O, beni yaratan ve hidayet edendir.”
Şuarâ, 79
وَالَّذ۪ي هُوَ يُطْعِمُن۪ي وَيَسْق۪ينِۙ
“O, beni yediren ve içirendir.”
Şuarâ, 80
وَاِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْف۪ينِۖ
“Hastalandığım zaman beni iyileştirendir.”
Şuarâ, 81
وَالَّذ۪ي يُم۪يتُن۪ي ثُمَّ يُحْي۪ينِۙ
“Beni öldürecek sonra da diriltecek olandır.”
Şuarâ, 82
وَالَّذ۪ٓي اَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ ل۪ي خَط۪ٓيـَٔت۪ي يَوْمَ الدّ۪ينِۜ
“Din/Kıyamet Günü'nde hatalarımı bağışlamasını umduğum O’dur.”
Şuarâ, 83
رَبِّ هَبْ ل۪ي حُكْمًا وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَۙ
“Rabbim! Bana hüküm/hikmet ihsan et ve beni salihlere kat.”
Şuarâ, 84
وَاجْعَلْ ل۪ي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْاٰخِر۪ينَۙ
“Sonradan gelecek nesiller arasında benim için doğruluk dili kıl. (Beni hayırla yâd etsinler.)”
Şuarâ, 85
وَاجْعَلْن۪ي مِنْ وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّع۪يمِۙ
“Beni Naim Cennetinin vârislerinden kıl.”
Şuarâ, 86
وَاغْفِرْ لِاَب۪ٓي اِنَّهُ كَانَ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۙ
“Babamı bağışla! Şüphesiz ki o, sapıklardandır.”
Şuarâ, 87
وَلَا تُخْزِن۪ي يَوْمَ يُبْعَثُونَۙ
“(İnsanların) diriltileceği günde beni rezil edip küçük düşürme!”
Şuarâ, 88
يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَۙ
O gün ki; ne mal ne de evlat fayda verir.
Şuarâ, 89
اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍۜ
Allah’a selim bir kalple gelenler müstesna.
Şuarâ, 90
وَاُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّق۪ينَۙ
Cennet, takva sahiplerine yaklaştırılır.
Şuarâ, 91
وَبُرِّزَتِ الْجَح۪يمُ لِلْغَاو۪ينَۙ
Cehennemse azgınlar (görsün diye iyice) açığa çıkarılır.
Şuarâ, 92
وَق۪يلَ لَهُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَۙ
Onlara: “Nerede ibadet ettikleriniz?” denir.
Şuarâ, 93
مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ هَلْ يَنْصُرُونَكُمْ اَوْ يَنْتَصِرُونَۜ
“Allah’ın dışında... Size yardım edebilirler mi? Ya da kendilerine yardımları olur mu?”
Şuarâ, 94
فَكُبْكِبُوا ف۪يهَا هُمْ وَالْغَاوُ۫نَۙ
Onlar ve azgınlar başüstü oraya atılırlar.
Şuarâ, 95
وَجُنُودُ اِبْل۪يسَ اَجْمَعُونَۜ
İblis’in tüm orduları da.
Şuarâ, 96
قَالُوا وَهُمْ ف۪يهَا يَخْتَصِمُونَۙ
Orada birbirleriyle tartışarak diyecekler ki:
Şuarâ, 97
تَاللّٰهِ اِنْ كُنَّا لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ
“Allah’a yemin olsun ki, bizler apaçık bir sapıklık içindeydik.”
Şuarâ, 98
اِذْ نُسَوّ۪يكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
“Çünkü sizi, âlemlerin Rabbi olan Allah’a denk tutmuş (O’nu sever gibi sizi sevmiş, O’ndan korkar gibi sizden korkmuş, O’na yönelir gibi size tevbe vermiş, O’ndan medet umar gibi sizin himmetinize sığınmış ve O’nun otoritesine boyun eğer gibi sizin yasalarınıza boyun eğmiştik).”
Şuarâ, 99
وَمَٓا اَضَلَّنَٓا اِلَّا الْمُجْرِمُونَ
“Bizi suçlu günahkârlardan başkası saptırmadı.”
Şuarâ, 100
فَمَا لَنَا مِنْ شَافِع۪ينَۙ
“(Şimdi) bize şefaat edecek kimse de yoktur.”
Şuarâ, 101
وَلَا صَد۪يقٍ حَم۪يمٍ
“Ne de sıcak bir dost...”
Şuarâ, 102
فَلَوْ اَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
“Keşke dünyaya dönüşümüz mümkün olsaydı da, iman edenlerden olsaydık.”
Şuarâ, 103
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Şüphesiz ki bunda, (Allah’ın, dostlarına yardım edip düşmanları helak edeceğine dair) ayet vardır. Onların çoğu mümin değildir.
Şuarâ, 104
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Şüphesiz ki senin Rabbin, (evet,) O (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.
Şuarâ, 105
كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Nuh’un kavmi gönderilen resûlleri yalanladı.
Şuarâ, 106
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ نُوحٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
Hani kardeşleri Nuh, kendilerine: “(Allah’tan) korkup sakınmaz mısınız?” demişti.
Şuarâ, 107
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
“Şüphesiz ki ben, sizin için güvenilir bir resûlüm.”
Şuarâ, 108
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
“(O hâlde) Allah’tan korkup sakının ve bana itaat edin.”
Şuarâ, 109
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۚ
“Sizden (davetim karşılığında) bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, âlemlerin Rabbi (olan Allah'a) aittir.”
Şuarâ, 110
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۜ
“Allah’tan korkup sakının ve bana itaat edin.”
Şuarâ, 111
قَالُٓوا اَنُؤْمِنُ لَكَ وَاتَّبَعَكَ الْاَرْذَلُونَۜ
Demişlerdi ki: “Kavminin en düşükleri sana uymuşken sana iman mı edelim?”
Şuarâ, 112
قَالَ وَمَا عِلْم۪ي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ
Demişti ki: “Onların yaptıkları şeyler hakkında bilgi sahibi değilim (onları yargılayamam).”
Şuarâ, 113
اِنْ حِسَابُهُمْ اِلَّا عَلٰى رَبّ۪ي لَوْ تَشْعُرُونَۚ
“Şayet bilinçli insanlarsanız, onların hesabını görmek Rabbime aittir (bunu bilmelisiniz).”
Şuarâ, 114
وَمَٓا اَنَا۬ بِطَارِدِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ
“Ben, müminleri kovacak değilim.”
Şuarâ, 115
اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۜ
“Ben, yalnızca apaçık bir uyarıcıyım.”
Şuarâ, 116
قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُوم۪ينَۜ
Demişlerdi ki: “Şayet bu işe bir son vermezsen ey Nuh, kesinlikle taşlanıp kovulanlardan olacaksın.”
Şuarâ, 117
قَالَ رَبِّ اِنَّ قَوْم۪ي كَذَّبُونِۚ
Demişti ki: “Rabbim! Şüphesiz ki kavmim, beni yalanladı.”
Şuarâ, 118
فَافْتَحْ بَيْن۪ي وَبَيْنَهُمْ فَتْحًا وَنَجِّن۪ي وَمَنْ مَعِيَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
“Onlarla benim aramı (vereceğin hükümle) aç. Beni ve beraberimdeki müminleri kurtar.”
Şuarâ, 119
فَاَنْجَيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۚ
Onu ve beraberindekileri, dolu bir gemi içerisinde kurtardık.
Şuarâ, 120
ثُمَّ اَغْرَقْنَا بَعْدُ الْبَاق۪ينَۜ
Sonra da kalanları boğduk.
Şuarâ, 121
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Şüphesiz ki bunda, (Allah’ın dostlarına yardım edip düşmanları helak edeceğine dair) ayet vardır. Onların çoğu mümin değildir.
Şuarâ, 122
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Şüphesiz ki senin Rabbin, (evet,) O (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.
Şuarâ, 123
كَذَّبَتْ عَادٌۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Âd (Kavmi), gönderilen resûlleri yalanladı.
Şuarâ, 124
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ هُودٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
Hani kardeşleri Hud onlara: “(Allah’tan) korkup sakınmaz mısınız?” demişti.
Şuarâ, 125
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
“Şüphesiz ki ben, sizin için güvenilir bir resûlüm.”
Şuarâ, 126
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
“(O hâlde) Allah’tan korkup sakının ve bana itaat edin.”
Şuarâ, 127
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
“Sizden (davetim karşılığında) bir ücret istemiyorum. Benim ücretim âlemlerin Rabbi (olan Allah)’a aittir.”
Şuarâ, 128
اَتَبْنُونَ بِكُلِّ ر۪يعٍ اٰيَةً تَعْبَثُونَۙ
“Her yüksek yere bir bina inşa edip eğleniyor musunuz?”
Şuarâ, 129
وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَۚ
“Ebedî kalmak umuduyla yapılar inşa edip duruyor musunuz?”
Şuarâ, 130
وَاِذَا بَطَشْتُمْ بَطَشْتُمْ جَبَّار۪ينَۚ
“Ele geçirdiğiniz (insanları) zorbalıkla mı yakalıyorsunuz?”
Şuarâ, 131
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
“Allah’tan korkup sakının ve bana itaat edin.”
Şuarâ, 132
وَاتَّقُوا الَّذ۪ٓي اَمَدَّكُمْ بِمَا تَعْلَمُونَۚ
“Size, bildiğiniz (güzelliklerle) destek veren (Allah’tan) korkup sakının.”
Şuarâ, 133
اَمَدَّكُمْ بِاَنْعَامٍ وَبَن۪ينَۙ
“Size hayvanlar ve çocuklarla destek verdi.”
Şuarâ, 134
وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍۚ
“Bahçeler ve su kaynaklarıyla...”
Şuarâ, 135
اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍۜ
“Ben, sizler için büyük günün azabından endişe ediyorum.”
Şuarâ, 136
قَالُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَوَعَظْتَ اَمْ لَمْ تَكُنْ مِنَ الْوَاعِظ۪ينَۙ
Demişlerdi ki: “Öğüt versen de vermesen de bizim için fark etmez.”
Şuarâ, 137
اِنْ هٰذَٓا اِلَّا خُلُقُ الْاَوَّل۪ينَۙ
“Bu, yalnızca eskilerin âdetidir/geleneğidir. (İnsanlar yaşar ve ölür, ötesi yok.)”
Şuarâ, 138
وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَۚ
“Biz, azap görecek değiliz.”
Şuarâ, 139
فَكَذَّبُوهُ فَاَهْلَكْنَاهُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Onu yalanladılar, biz de onları helak ettik. Şüphesiz ki bunda, (Allah’ın dostlarına yardım edip düşmanları helak edeceğine dair) ayet vardır. Onların çoğu mümin değildir.
Şuarâ, 140
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Şüphesiz ki senin Rabbin, (evet,) O (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.
Şuarâ, 141
كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Semud (Kavmi), gönderilen resûlleri yalanladı.
Şuarâ, 142
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ صَالِحٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
Hani kardeşleri Salih onlara: “(Allah’tan) korkup sakınmaz mısınız?” demişti.
Şuarâ, 143
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
“Şüphesiz ki ben, sizin için güvenilir bir resûlüm.”
Şuarâ, 144
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
“(O hâlde) Allah’tan korkup sakının ve bana itaat edin.”
Şuarâ, 145
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
“Sizden (davetim karşılığında) bir ücret istemiyorum. Benim ücretim âlemlerin Rabbi olan (Allah)’a aittir.”
Şuarâ, 146
اَتُتْرَكُونَ ف۪ي مَا هٰهُنَٓا اٰمِن۪ينَۙ
“Siz burada güven içerisinde (kendi hâlinize) terk edileceğinizi mi sanıyorsunuz?”
Şuarâ, 147
ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ
“Bahçeler ve pınarlar arasında.”
Şuarâ, 148
وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَض۪يمٌۚ
“Ekinler ve meyveleri olgunlaşmış hurmalıklar arasında.”
Şuarâ, 149
وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا فَارِه۪ينَۚ
“Dağlarda, sırf şımarıklık (gösteriş) olsun diye, evler yontuyorsunuz.”
Şuarâ, 150
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
“Allah’tan korkup sakının ve bana itaat edin.”
Şuarâ, 151
وَلَا تُط۪يعُٓوا اَمْرَ الْمُسْرِف۪ينَۙ
“(Haddi aşan) aşırıların işine uymayın.”
Şuarâ, 152
اَلَّذ۪ينَ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
“Onlar ki; yeryüzünde bozgunculuk eder, ıslah etmezler.”
Şuarâ, 153
قَالُٓوا اِنَّمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۚ
Demişlerdi ki: “Sen, ancak büyülenmişlerdensin.”
Şuarâ, 154
مَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۚ فَأْتِ بِاٰيَةٍ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
“Sen de bizim gibi bir insandan başkası değilsin. Şayet doğru söylüyorsan, bir ayet/mucize getir (bakalım).”
Şuarâ, 155
قَالَ هٰذِه۪ نَاقَةٌ لَهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَعْلُومٍۚ
Demişti ki: “Bu bir devedir. Bir gün onun su içme hakkı, belli bir gün de sizin su içme hakkınız vardır.”
Şuarâ, 156
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
“Ona kötülük etmeye kalkmayın! Yoksa büyük bir günün azabı sizi yakalayıverir.”
Şuarâ, 157
فَعَقَرُوهَا فَاَصْبَحُوا نَادِم۪ينَۙ
Onu kestiler ve pişman oldular.
Şuarâ, 158
فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Bunun üzerine azap onları yakalayıverdi. Şüphesiz ki bunda, (Allah’ın dostlarına yardım edip düşmanları helak edeceğine dair) ayet vardır. Onların çoğu mümin değildir.
Şuarâ, 159
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Şüphesiz ki senin Rabbin, (evet) O, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.
Şuarâ, 160
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Lut Kavmi, gönderilen resûlleri yalanladı.
Şuarâ, 161
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ لُوطٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
Hani kardeşleri Lut onlara: “(Allah’tan) korkup sakınmaz mısınız?” demişti.
Şuarâ, 162
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
“Şüphesiz ki ben, sizin için güvenilir bir resûlüm.”
Şuarâ, 163
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
“(O hâlde) Allah’tan korkup sakının ve bana itaat edin.”
Şuarâ, 164
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
“Sizden (davetim karşılığında) bir ücret istemiyorum. Benim ücretim âlemlerin Rabbi olan (Allah)’a aittir.”
Şuarâ, 165
اَتَأْتُونَ الذُّكْرَانَ مِنَ الْعَالَم۪ينَۙ
“Siz insanlar arasından erkeklere mi yaklaşıyorsunuz?”
Şuarâ, 166
وَتَذَرُونَ مَا خَلَقَ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ اَزْوَاجِكُمْۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ عَادُونَ
“Ve Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıyorsunuz. (Hayır, öyle değil!) İşin aslı sizler, haddi aşan bir topluluksunuz.”
Şuarâ, 167
قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ يَا لُوطُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمُخْرَج۪ينَ
Demişlerdi ki: “Bu işe bir son vermezsen ey Lut, kesinlikle (buradan) çıkarılıp sürülenlerden olacaksın.”
Şuarâ, 168
قَالَ اِنّ۪ي لِعَمَلِكُمْ مِنَ الْقَال۪ينَۜ
Demişti ki: “Ben, sizin bu yaptığınız işten nefret ediyorum.”
Şuarâ, 169
رَبِّ نَجِّن۪ي وَاَهْل۪ي مِمَّا يَعْمَلُونَ
“Rabbim! Beni ve ailemi bu yaptıklarından kurtar.”
Şuarâ, 170
فَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ
Onu ve tüm ailesini kurtardık.
Şuarâ, 171
اِلَّا عَجُوزًا فِي الْغَابِر۪ينَۚ
Geri kalanlar arasında (Lut’un eşi olan) yaşlı bir kadın hariç.
Şuarâ, 172
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَۚ
Sonra diğerlerini yerle bir ettik.
Şuarâ, 173
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَرًاۚ فَسَٓاءَ مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ
Üzerlerine (taş) yağmurları yağdırdık. Uyarılanların yağmuru ne kötüdür.
Şuarâ, 174
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Şüphesiz ki bunda, (Allah’ın dostlarına yardım edip düşmanları helak edeceğine dair) ayet vardır. Onların çoğu mümin değildir.
Şuarâ, 175
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Şüphesiz ki senin Rabbin, (evet) O, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.
Şuarâ, 176
كَذَّبَ اَصْحَابُ لْـَٔيْكَةِ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Eyke halkı, gönderilen resûlleri yalanladı.
Şuarâ, 177
اِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
Hani Şuayb onlara demişti ki: “(Allah’tan) korkup sakınmaz mısınız?”
Şuarâ, 178
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
“Şüphesiz ki ben, sizin için güvenilir bir resûlüm.”
Şuarâ, 179
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
“(O hâlde) Allah’tan korkup sakının ve bana itaat edin.”
Şuarâ, 180
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
“Sizden (davetim karşılığında) hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim âlemlerin Rabbi olan (Allah)’a aittir.”
Şuarâ, 181
اَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِر۪ينَۚ
“Ölçüyü tam/eksiksiz tutun. Eksilterek (insanları zarara uğratanlardan) olmayın.”
Şuarâ, 182
وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَق۪يمِۚ
“Dosdoğru bir terazi ile tartın.”
Şuarâ, 183
وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَۚ
“İnsanların eşyalarını eksiltmeyin! Yeryüzünde bozgunculuk yaparak, karışıklık/düzensizlik/taşkınlık çıkarmayın.”
Şuarâ, 184
وَاتَّقُوا الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْاَوَّل۪ينَۜ
“Sizi ve daha önceki nesilleri yaratandan korkup, sakının.”
Şuarâ, 185
قَالُٓوا اِنَّمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۙ
Demişlerdi ki: “Sen ancak büyülenenlerdensin.”
Şuarâ, 186
وَمَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَاِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۚ
“Sen yalnızca bizim gibi bir insansın. Senin kesinlikle yalancılardan olduğunu düşünüyoruz.”
Şuarâ, 187
فَاَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًا مِنَ السَّمَٓاءِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَۜ
“Şayet doğru söylüyorsan, gökten bir parçayı üzerimize düşür.”
Şuarâ, 188
قَالَ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ
Demişti ki: “Rabbim yapmakta olduklarınızı en iyi bilendir.”
Şuarâ, 189
فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِۜ اِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
Onu yalanladılar. Onları gölgeli günün azabı yakaladı. Şüphesiz ki o, büyük bir günün azabıydı.
Şuarâ, 190
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
Şüphesiz ki bunda (Allah’ın dostlarına yardım edip düşmanları helak edeceğine dair) ayet vardır. Onların çoğu mümin değildir.
Şuarâ, 191
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Şüphesiz ki senin Rabbin, (evet) O, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.
Şuarâ, 192
وَاِنَّهُ لَتَنْز۪يلُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
Şüphesiz ki o (Kur’ân), âlemlerin Rabbi olan (Allah)’ın indirmesidir.
Şuarâ, 193
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْاَم۪ينُۙ
Onu Ruhu’l Emin (Cibril) indirdi.
Şuarâ, 194
عَلٰى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَۙ
Uyarıcılardan olman için kalbine (vahyetti).
Şuarâ, 195
بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُب۪ينٍۜ
Apaçık bir Arapça ile.
Şuarâ, 196
وَاِنَّهُ لَف۪ي زُبُرِ الْاَوَّل۪ينَ
Hiç kuşkusuz o (Kur’ân), geçmişlerin kitaplarında da vardır.
Şuarâ, 197
اَوَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ اٰيَةً اَنْ يَعْلَمَهُ عُلَمٰٓؤُ۬ا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۜ
İsrailoğulları âlimlerinin (Kur’ân’ı) tanıması, onlar için bir ayet/delil değil midir?
Şuarâ, 198
وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلٰى بَعْضِ الْاَعْجَم۪ينَۙ
Şayet o (Kur’ân’ı) Arapça bilmeyen/acemden birine indirseydik,
Şuarâ, 199
فَقَرَاَهُ عَلَيْهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ مُؤْمِن۪ينَۜ
O da, (Kur’ân’ı) kendilerine okusaydı yine iman etmeyeceklerdi.
Şuarâ, 200
كَذٰلِكَ سَلَكْنَاهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۜ
İşte böyle, biz (resûlleri inkâr ve onları alaya almayı) suçlu günahkârların kalbine sokarız da,
Şuarâ, 201
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۙ
Can yakıcı azabı görünceye kadar ona inanmazlar.
Şuarâ, 202
فَيَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ
Onlar farkında olmadan (azap) onlara ansızın geliverir.
Şuarâ, 203
فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَۜ
Derler ki: “Bize bir mühlet verilir mi acaba?”
Şuarâ, 204
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ
Azabımızın acele gelmesini mi istiyorlar?
Şuarâ, 205
اَفَرَاَيْتَ اِنْ مَتَّعْنَاهُمْ سِن۪ينَۙ
Görüşün nedir? (Söylesene!) Onları yıllarca faydalandırsak,
Şuarâ, 206
ثُمَّ جَٓاءَهُمْ مَا كَانُوا يُوعَدُونَۙ
Sonra tehdit edildikleri (azap) onlara gelse,
Şuarâ, 207
مَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يُمَتَّعُونَۜ
(Şu an) faydalanıyor oldukları (nimetler, azaba karşı) onlara hiçbir fayda sağlamaz.
Şuarâ, 208
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا لَهَا مُنْذِرُونَۗۛ
Biz hangi beldeyi helak etmişsek, mutlaka onun uyarıcıları vardır.
Şuarâ, 209
ذِكْرٰى۠ۛ وَمَا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
(Bu) bir hatırlatma, bir öğüttür. Biz (asla) zulmedenler(den) olmadık.
Şuarâ, 210
وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ الشَّيَاط۪ينُ
O (Kur’ân’ı), şeytanlar indirmemiştir.
Şuarâ, 211
وَمَا يَنْبَغ۪ي لَهُمْ وَمَا يَسْتَط۪يعُونَۜ
Bunu yapmaları söz konusu dahi olamaz, hem buna güç de yetiremezler.
Şuarâ, 212
اِنَّهُمْ عَنِ السَّمْعِ لَمَعْزُولُونَۜ
Onlar, (Mele-i A’lâ’da konuşulanları) duymaktan kesinlikle uzaklaştırılmışlardır.
Şuarâ, 213
فَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَۚ
(O hâlde) Allah’la beraber başka bir ilaha dua etme. Sonra azap edilenlerden olursun.
Şuarâ, 214
وَاَنْذِرْ عَش۪يرَتَكَ الْاَقْرَب۪ينَۙ
Yakın akrabaların olan aşiretini uyararak (işe başla).
Şuarâ, 215
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ
(Şefkat) kanatlarını, sana uyan müminlere ger.
Şuarâ, 216
فَاِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَۚ
Sana isyan edecek olurlarsa: “Ben, yaptıklarınızdan berîyim/uzağım.” de.
Şuarâ, 217
وَتَوَكَّلْ عَلَى الْعَز۪يزِ الرَّح۪يمِۙ
(İzzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (kullarına karşı merhametli) Er-Rahîm olana tevekkül et.
Şuarâ, 218
اَلَّذ۪ي يَرٰيكَ ح۪ينَ تَقُومُۙ
O ki (namaz için) kıyama durduğunda seni görür.
Şuarâ, 219
وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِد۪ينَ
Secde edenler arasındaki dönüp dolaşmanı da (görür).
Şuarâ, 220
اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Hiç şüphesiz O, (işiten ve dualara icabet eden) Es-Semi’, (her şeyi bilen) El-Alîm’dir.
Şuarâ, 221
هَلْ اُنَبِّئُكُمْ عَلٰى مَنْ تَنَزَّلُ الشَّيَاط۪ينُۜ
Şeytanların kimin üzerine indiğini size haber vereyim mi?
Şuarâ, 222
تَنَزَّلُ عَلٰى كُلِّ اَفَّاكٍ اَث۪يمٍۙ
Çokça iftira eden, aşırı günahkâr herkesin üstüne iner.
Şuarâ, 223
يُلْقُونَ السَّمْعَ وَاَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَۜ
(Bu kâhinler, şeytanlara) kulak verirler ve onların çoğu da yalancıdır.
Şuarâ, 224
وَالشُّعَرَٓاءُ يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُ۫نَۜ
Şairlere ise azgınlar uymaktadır.
Şuarâ, 225
اَلَمْ تَرَ اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَۙ
Onların her vadide şuursuzca dolandığını görmedin mi?
Şuarâ, 226
وَاَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَۙ
Ve onlar, yapmadıkları şeyleri (yapmış gibi) söylüyorlar.
Şuarâ, 227
اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللّٰهَ كَث۪يرًا وَانْتَصَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُواۜ وَسَيَعْلَمُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ
İman eden, salih amel işleyen, Allah’ı çokça zikreden, zulme uğradıktan sonra öçlerini alan (şairler) müstesna. Zulmedenler çok yakında nasıl bir inkılapla devrileceklerini bilecekler.